Türkiye tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının yapıldığı 17-25 Aralık’ın 10’uncu yıl dönümüne, ne iktidar ne muhalefet ne de medya ilgi gösterdi. İktidar cenahında unutturma çabası, muhalefette ise belki kanıksama vardı. Oysa ki unutturmak yerine, “darbe girişimi” dediği 17-25 Aralık’ın üstünde tepinmeliydi AKP iktidarı. Gerçekten bir “darbe girişimi” olsaydı, öyle yaparlardı elbette. Artık AKP’liler için 17-25 Aralık ve 15 Temmuz tarihleri, “kabus” haftaları olarak geçiyor. Zira birinde Erdoğan’ın ve çevresindekilerin hırsızlıkları, diğerinde ise masum insanlara kurdukları kumpaslar yüzlerine çarpılıyor. Onlar da “geçse de rahatlasak” modunda, sinmiş bir vaziyette, çaresizce bu haftaların geçmesini bekliyor.
SÜRGÜN POLİSLER, MÜFTERİLERE MEYDAN OKUDU
Peki darbe yapmakla suçlananlar ne yapıyor? Onlar göğüslerini gere gere, darbe değil, görevlerinin gereği olan vazifelerini yaptıklarını ilan ediyorlar tüm dünyaya ve tarihe. Adeta meydan okuyorlar müfterilere. İşte o meydan okumaların en güzel örneklerinden biri oldu Siren adlı belgesel. Siren’in yönetmenliğini Adem Seneman yaptı. Kurguda Adem Seneman’la birlikte Orhan Tavis’in, görüntü yönetmenliğinde Ümit Yüksel’in, görsel efektte yine Orhan Tavis’in ve kamerada Ali Osman Gözağaç’ın imzası var. Dört kişilik dev kadro desem, ortaya koydukları ürün itibariyle abartmış olmam zannederim. Neden? Çünkü gerçekten hem kurgusu hem de prodüksiyonu itibariyle çok başarılı bir yapım olmuş. Ben de ilk gösterim esnasında izleyen talihlilerden oldum.
17-25 ARALIK’IN 10’UNCU YILINA YAKIŞAN BİR BELGESEL
Üzerinde hassasiyetle çalışılmış, sanatsal detaylara ciddi kafa yorulmuş, alın teri dökülmüş bir belgesel Siren. 17-25 Aralık’ın 10’uncu yıl dönümüne yakışan bir yapım ortaya konması, izleyen herkesin yüreğine su serpti. Siren’de Emniyet Müdürü İsmail Öztürk, Emniyet Müdürü Ali Çığır, Komiser Abdullah Öztürk ve Komiser Yunus Emre Uzunoğlu, görev yaptıkları döneme dair hatıralarını ve 17-25 Aralık sonrası yaşananları anlattı. Polisler için “eski” ifadesini bilhassa kullanmadım, çünkü ihraç edildikleri KHK’lar, vicdanlarda hükümsüz ve onlar da hala polis. Siren’i seyrettiyseniz fark etmişsinizdir; hala polis oldukları bilincini, vazife şuurunu ve motivasyonlarını en üst seviyede muhafaza ediyorlar. Alınları açık, başları dik, gözleri ışıl ışıl ve vicdanları alabildiğine huzur içinde.
FAİL-İ MEÇHUL CİNAYETLER BİTMİŞTİ, MAFYA CEZAEVİNDEYDİ
Genele ve kendilerine dair, öyle hatıralar anlattılar, öyle yaşanmışlıklardan bahsettiler ki, hayret etmemek mümkün değil. Komiser Abdullah Öztürk’ün “Ben mesaim akşam saat 6’da bittikten sonra, gece 12’ye, 1’e, sabahlara kadar çalıştığım dönemlerde evime gitmek için, o saatte otobüs de olmadığı için devletin aracını kullanıyordum. Ama buna rağmen biz o aracın yakıtını dahi koyuyorduk” şeklindeki sözleri, hassasiyetlerini ortaya koyuyor. Öztürk’ün 2013 öncesi Emniyet’in ve Türkiye’nin durumuna dair şu sözleri de hayli dikkat çekici:
“2007 yılından sonra Anadolu’nun değişik yerlerinden, Hakkari’sinden Kars’ından, Ankara’sından, Çorum’undan, Muğla’sından bu ülkenin ekmeğini yiyen Anadolu insanı dediğimiz insanların çocukları okudular, bir yerlere geldiler. Fail-i meçhul cinayetler bitti, ülkede yolsuzluklar bitti. Bugün ülkenin tamamında serbest gezen o mafya liderlerinin hepsi bu dönemde cezaevlerindeydi.”
ONLAR GİTTİ, TÜRKİYE MAFYA CEHENNEMİNE DÖNDÜ
Evet, 2013 öncesinde mafya, uyuşturucu çeteleri ve fail-i meçhul suikastlar bitirilmiş, kalantor “baronlar” cezaevlerine gönderilmişti. Ancak tablo, 17-25 Aralık’tan sonra değişti. Erdoğan, yolsuzluklarla ilgili yargıya hesap vermekten kurtulmak için devletin altını üstüne getirdi; derin devletin eski söz sahipleriyle ve mafyayla ittifak kurdu. Söz konusu kirli ittifak nedeniyle de Türkiye, mafya cehennemine döndü. Komiser Yunus Emre Uzunoğlu da bu duruma işaret etti ve şunları söyledi Siren’de: “Bizim çalıştığımız dönemdeki suç oranlarına, istatistiklerine bakalım. O dönemde mafyalar cezaevindeydi. Kriminal ve insanların uzak durmak istediği tiplerdi. Şimdi ise yıldızı parlatılan, siyasiler tarafından ön plana çıkarılan, aslında katil olan, tetikçi olan, aslında gençleri uyuşturucu batağına sürükleyen namussuzlar bunlar.” Uzunoğlu, kendileriyle ilgili iddialar hakkında ise “Eğer ben bu vatana ihanet etmişsem, ben bu millete ihanet etmişsem, millet benim onlara nasıl ihanet ettiğimi canlı yayında görsün” ifadelerini kullandı.
“MAFYANIN PARASI PULU BİZE SÖKMEZDİ”
Emniyet Müdürü İsmail Öztürk ise yüzden fazla yolsuzluk ve mafya operasyonu yaptığını ve mafyanın en büyüğünden en ufağına kadar hiçbirinin kendi kapılarından giremediğini belirtti. “Onların parası pulu, hiçbir şeyi bize sökmezdi” diyen Öztürk, şunları kaydetti: “Ankara’da 2000 ve 2001 yıllarında yaklaşık 45 – 50 tane büyük mafya grupları cezaevine tıkıldı. Bu süreçte şunu gördü mafya ve mafyayla bağlı siyasetçiler; ‘Ankara Organize Suçlar Şubesi’nin içine biz sızamıyoruz. Selam dahi gönderemiyoruz. Oradaki hiç kimseyi dışarı çıkaramıyoruz, oradaki hiç kimseyi satın alamıyoruz.’”
BİR MÜDÜR GELDİ, SAUNALAR JANDARMA BÖLGESİNE GİTTİ
Kendi hatıra ve tecrübelerinin yanı sıra, meslektaşı olan emniyet müdürlerine dair yaşanmışlıkları da dile getirdi İsmail Öztürk. Aktardığı bir hadise, hayli dikkat çekici idi: “Bir arkadaşım, Ankara’da Asayiş Şube Müdürü oldu. O’nun müdür olduğu hafta, Ankara’da bazı saunaların yeri değişti. Polis bölgesinden jandarma bölgesine taşındılar. Büyük kumar oynatan bir yer vardı, polis bölgesinden çıktı, jandarma bölgesine gitti. Niye? Bir tane dürüst adam orada göreve geldi diye. Çünkü biliyorlar, o adam orada onlara o parayı yedirmez.” İsmail Öztürk, “Çakıcı’nın ülkenin en büyük söz sahibi olması, Türk milletine hayırlı olsun” şeklindeki ifadeleriyle de Türkiye’deki mevcut durumun fotoğrafını çekmiş oldu.
“TÜM HAYATIMIZ, MİLLETİMİZE OLAN BORCUMUZU ÖDEME GAYRETİYLE GEÇTİ”
Emniyet Müdürü Ali Çığır, ise sürgün edilen, ihraç edilen ve hatta hapse atılan polislerin hislerini ve duruşlarını gözler önüne seren gayet veciz ifadeler kullandı. Şunları söyledi Çığır: “Bu devlet ve millet bizi vergisiyle, desteğiyle, duasıyla, sevgisiyle, selamıyla herşeyiyle destek oldu, okuttu. Biz de mezun olduktan sonraki tüm hayatımızı ülkemize ve milletimize en iyi şekilde hizmet ederek bu borcu, bir vefanın gereği olarak ödemeye gayret ettik.” Vefasızlıktan, gadredilmişlikten, zulümlerden dem vurmak yerine, millete olan borçlarından bahsetti Ali Çığır. Onbinlerce arkadaşının, meslektaşının hislerine tercüman oldu.
“DEVLETİMİZDEN ALDIĞIMIZ MAAŞ VE ŞEREFİMİZDEN BAŞKA BİR ŞEYİMİZ YOKTU”
Görev yaptığı Kırşehir’deki çalışmalarını da şöyle anlattı Emniyet Müdürü Ali Çığır: “2013 yılında Kırşehir gibi 120 bin nüfuslu sakin bir şehirde biz 2 tona yakın esrar yakaladık. Uyuşturucu tüccarları, kadın tüccarları, tefeciler, kaçakçılar korkardı. Bizimle aynı kareye girmeyi bırakın, kapımıza yanaşamazlardı. Niye? Bizim devletten aldığımız maaş, göğsümüzü gere gere koruduğumuz şerefimiz dışında bir beklentimiz yoktu.”
TÜRKİYE’DE HUKUKUN, VİCDANIN VE İNSANLIĞIN BİTİŞİNİN MİLADI: 17 ARALIK
Siren’de söz alan polisler, 17-25 Aralık sürecine dair önemli tespitlerde bulundu. Komiser Abdullah Öztürk, “AKP iktidarının dört büyük bakanı Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar ile 3 bakanın çocuklarının karışmış olduğu bir yolsuzluk süreci var. 17-25 Aralık sürecinin ülkenin karanlık yeni bir döneme girişinin başlangıcını oluşturdu. Bizim gibi insanlar da bu sürecin kurbanı ve harcananı oldular” dedi. Komiser Yunus Emre Uzunoğlu da şunları söyledi: “17-25 Aralık sonrasında emniyette görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışan dürüst polisler maalesef sürgüne gönderildi. Görevden el çektirildiler ve yerlerine biat eden, vatanına, milletine, devletine hizmet etmekten ziyade, muktedirlere hizmet etmeyi önceliği haline getiren kullanışlı aparatlar görevlere getirildi.” Emniyet Müdürü Ali Çığır ise noktayı şöyle koydu: “Türkiye’de hukukun, vicdanın, insanlığın bittiği tarihin miladı 17 Aralık 2013’tür.